İsmail Fatih Ceylan yazdı: Bütün derdimiz başkalarının ilgisini çekmek

Toplumların değişen şartlara ve dönemlerine göre, ortak davranış biçimleri oluşuyor. Bu davranış biçimleri genel anlamda ortak psikolojiyi yansıtmakta.
Olayları algılama biçimi, tepkiler, refleksler, insanlar arası ilişkiler, zamanla toplum bireylerinin benzer davranışlarına dönüşür. Ama dönemsel farklılıklar vardır. Meselâ 1900’lü yıllarla 2000’li yılların ortak davranış biçimleri arasında fark olduğu gibi, 1950’lerin, 1960’ların, 1970’lerin, 1980’lerin, 1990’ların ve 2000’lerin de davranış biçimleri kendi aralarında farklılık gösterir.2000’li yıllarda yaşadığımıza göre, bu dönemin ortak psikolojisine değinirsek, aslında 1970’lerden bu yana süregelen bir davranış biçimi söz konusudur. Yani bugünün davranış biçiminin temeli 1970’lerde gelişmiştir. Şüphesiz 1970’li yıllarla bugünkü dönem arasında da farklılıklar vardır ama genel anlamda benzerlik hâkimdir ve bu davranış biçimleri gelişerek bugünlere gelmiştir.
Ortaokul-lise yıllarından itibaren şekillenen bu ortak davranış biçimleri, günümüzde yaşanan yanlış evlilik, boşanma, evlenememek gibi problemlerin sebeplerine ışık tutacak olan ortak psikolojidir aynı zamanda.

Genel olarak baktığımızda; yapmacık tavır ve hareketler, üstünlük gösterisi ve aşağılama, ilgi çekmek, menfaat gözetmek, gösteriş yapmak, bilgiçlik ve ukalalık, dengesiz davranmak, umursamazlık vb. günümüz insanlarında çok fazla görülen özellikler, liseli psikolojisinin oluşturduğu özelliklerdir.
Günümüz insanlarında yaygın olan tavır, neredeyse paket program gibi sanki özel olarak ayarlanan ve zaman içinde kişinin karakterinin bir parçası hâline gelen davranış biçimleridir. Bunu kendimiz de dâhil olmak üzere, toplumumuzda çok rahat gözlemleyebiliriz.
Meselâ samimiyetten uzak, yapmacık tavırların günümüzde hâkim olduğunu hangimiz inkâr edebiliriz? Belki de bu yüzden insânî ilişkilerimizi, duygularımızı çoğu zaman konuşma yoluyla değil de, bakış ve tavırlarla ifade etmeyi tercih ediyoruz. Daha çok kızma, bozulma, kıskanma, özenme, hayranlık gibi duygularımızı sözle değil, tavırlarla gösteriyoruz. Bunun sebebi, hissettiğimiz birçok duyguyu açıkça belli etmeyi gururumuza yediremememizdendir.
Gerçekten hangimiz duygularımızı olduğu gibi, samimîce söyleyebiliyoruz ki? Gün boyunca insan ilişkilerimiz nasıl bir düşünün. Ne kadarı yapmacık, ne kadarı samimî?
Sinirlenince kapıyı çarparak kapama, kızdığını belli edecek bakışlar atma, hiç cevap vermeden yoluna devam etme, sinirlendiğini belli etmek için ses tonunu mümkün olduğunca kısık tutarak konuşma vb. davranışlar çoğumuzda var.
“İnsan bu, yaratılışında var” diyebiliriz bu duruma. Ayrıca hemen hemen bütün insanlar bu şekilde davranıyor. Ancak çok değil, bizden birkaç kuşak önce yaşayanlar böyle değillerdi. Hayat şartları bizim gibi rahat ve konfor içinde değildi onların, üstelik bin bir zorluk içinde, zor koşullarda hayat sürmüşlerdi. Ancak davranış biçimleri, sohbetleri, insan ilişkileri candan ve samimîydi. Çevremizde bu tarz olan insanları gördüğümüzde hayranlık duyarız. “Tam bir beyefendi, bir hanımefendi” diyoruz böylelerini gördüğümüzde ve biz de bu zamanda sayılarının ne kadar az kaldığını itiraf ediyoruz. O sayısı azalan “beyefendi, hanımefendi” türleri geçmişte büyük çoğunluktaydı. Bunların dışında, “İstanbul beyefendisi veya hanımefendisi” olmasa da gerçekten samimî, içten, cana yakın olan insanlar vardı ve bunlar köylerimize varıncaya kadar çoğunluktaydı.

Bugün, o insanlardan daha rahat, daha konforlu, maddî imkânları bol, ne ararsanız bulunur bir hayatı yaşamamıza; belki onlardan daha bilgili ve teknolojik imkânlara sahip olmamıza rağmen kabul etmeliyiz ki, psikolojik olarak onlar kadar rahat değiliz.
Sinirlilik, samimiyetsizlik, fevrî hareketler, dengesizlikler, tatminsizlik, bunalım, olumsuz anlamda hırs, hep ilgi çekmek için çabalamak, sosyal medyada beğenilmek için uğraşmak, menfaatleri ön planda tutmak, üstünlük gösterisi ve başkalarını aşağılama gibi davranışlar bizlerde mevcut ve bunlar hayatımızın bir parçası hâline geldiği için hayatımızı da yaşadığımız sürece olumsuz etkiliyor.

Öyle ki, bunları hayatın bir gerçeği kabulleniyoruz ve yaşama biçimi sanıyoruz. Bu sadece gençlere has değil, koca koca insanların bile sosyal medyada beğenilme, takip edilme hırsı insanı şaşırtıyor. Genellikle Facebook’u tercih eden orta yaş ve üstü insanların bazılarında, yeterince beğenmedikleri için fırça atmaları, sitem etmeleri, kızmaları görebiliyoruz. Altmış yaşını geçmiş bir tanıdığım, beş bin arkadaşı olduğu hâlde 10-20, en fazla —o da çok nadir— 70-80 beğeni aldığı için hayli öfke kusuyordu sayfasında. “Benim paylaşımlarımı beğenmeyenler arkadaşım değildir” diye yazmıştı paylaşımında. Bazıları, “Madem benim paylaşımlarımı beğenmiyor, yorum yapmıyorsunuz, çıkın gidin lan sayfamdan” diyor, bazıları da “Bugün şu kadar ilgisiz arkadaşı sildim” diye duyuru yapıyordu. Tanıdığım biri bu duruma fena kafayı takmıştı; arada sanal dünyadan çıkıp gerçek arkadaşlara denk geldiğinde de bu konuda öfkeli öfkeli konuşarak dert yanıyordu. Bir gün bana da dert yandı. Ona, “Peki sen kaç kişiyi beğeniyorsun? Meselâ beş bin arkadaşının da paylaşımlarını beğeniyor musun?” diye sordum. Düşündü, “Haklısın” dedi. Herkes beğensin ama kendisi beğenmesin gibi garip bir duygu taşıyorlar ve bazıları cidden kızıyorlar.
Instagram ve Twitter’da durum daha vahim. Her ikisinde de çoğunluk, “Beni çok kişi takip etsin ama ben az kişiyi takip edeyim” derdinde. Birisi, İnstagram’da beni takip edenleri takip ettiğim için bana şaşırıyordu. Takip edenlerin hepsini takip etmemeliymişim. Nedenini sorduğumda, “Böylesi daha havalı oluyor, insanlar böyle yapanları daha çok takip ediyorlar” diye cevap verdi. “Ama benim kitaplarımı okuyup bana değer verip takip edenleri, takipçi değil dost-arkadaş görmekten yanayım. Öyle kibirli, havalı olunca ne oluyor, anlamıyorum” dediğimde, bana “Ne kadar safsın, sen uzaydan mı geldin?” der gibi baktı.
Bazılarının takipçi satın almalarını, bunun için olmadık taktikler denemelerini, neredeyse hayatlarını buna odaklamalarını anlamak gerçekten zor. Üstelik o takipçileri memnun etmek için sürekli dikkat çekici paylaşımlar yapmak zorundasın; iki gün ara verdin mi takipçi sayın düşüyormuş. Bu takipçilerde de hiç vefa yok anlaşılan.
Daha da garibi, birilerini takip edip karşı taraf da onu takip edince, kendi takibini geri alan bir kitle var. Bunlar, bu uyanıklıktan gurur duyuyorlar üstelik. Bir tanıdığım bunu keşfedince çok sinirlenmişti. Her gün takibi bırakanları araştırıyor, takiplerinden çıkıyordu.
Twitter ise bir başka âlem. Çoğunluk, siyasi rakibine lâf sokmak, karşıt görüşlüyü aşağılamak, onların hesabının altına hakaret ya da küfür dolu yorum yazmak için kullanıyor. Yazarların, sanatçıların, siyasilerin bile trollük yaptığı bir savaş meydanı gibi bu mecra. Bazı erkekler abazalık yapıyor, kimi kızlar bağırlarını açıp “Of canım sıkılıyor” diyerek bütün erkek milletinin ilgisine mazhar olmaya çalışıyor. Bu sosyal medyaya kendilerini öyle kaptıran var ki, günün çoğunu buralarda geçiriyor ve her gün en az yirmi otuz paylaşım yapıyor. Bazıları da onlarca rakip görüşlünün hesabına girip aleyhinde yorum yazmakla, hakaretle geçiriyor gününü.
İnsanın hırsı, öfkesi, kıskançlığı, nefreti, sevgisizliği bu sosyal mecralarda ortaya çıkıyor. Sosyal medya, çoğunlukla olumsuz, negatif hislerimizin buluşma arenası. Ne kadar zaafımız varsa —bencillik, kibir, öfke, nefret, kıskançlık— meydana çıkarıyor bu sosyal medya.

Bu duygular ön planda olunca, günlük hayatımız da o duygularla şekilleniyor. “Bu zamanda gerçek anlamda dostluk kalmadı”, “Günümüzde gerçek aşk da yok”, “Bu dünyanın her şeyi menfaat üzerine kurulu” gibi sözleri sık sık söylüyoruz veya duyuyoruz. “Bırakıp da gitti dost bildiklerim” gibi şarkılar, “Adam gibi adam yok” diye herkesçe söylenen o bildik sözler, bu olayların çok yaşanmasından kaynaklanıyor. Güvenilir bir adam bulmak, dürüst bir çalışan bulmak iş yerlerinin sorunu. Güvenilir bir koca ya da evlenmeye uygun kız bulmak da öyle.
Neresinden bakarsanız bakın, hayatımızın her safhasında bir güven sorunu var. “Bu zamanda babana bile güvenmeyeceksin” sözü, maalesef günümüz psikolojisini yansıtan bir söz.
Yaşadığımız sürece öyle örnekler görüyoruz ki, neredeyse artık şaşırmaz hâle geliyoruz. Hiç umulmadık insanların dolandırıcı çıkması, dürüst diye bilinen birinin eşini aldatması, efendi gibi görünen bir iş adamının çalışanlarına despotça davranması, dışarıda iyi tanınan birinin evde eşine ve çocuklarına terör estirmesi gibi hadiseler o kadar çok ve medya bunları o kadar sık işliyor ki, dediğim gibi herkesten her şeyi bekler hâle geliyoruz.
Bu mecrada güzel haberler nedense ilgi görmüyor, yorum bile yapılmıyor. Filanca sanatçı evliliğin 35. yılını kutladı gibi bir haber ilgi görmezken, falanca manken sekizinci sevgilisinden de ayrıldı haberi inanılmaz beğeni ve yorum alıyor meselâ.

Yaşadığımız hâlde belki de düşünmediğimiz, farkına varmadığımız şeyler bunlar. İş hayatındaki davranış biçimlerimize bir bakalım. Meselâ sinirli ve aksi görünme, çok meşgul olduğu ve kimseye tahammül edemediği izlenimi verme gibi tavırlar genellikle iş yeri sahibi veya üst makamdaki kişiler tarafından kendi altlarında çalışanlara gösterilir. Karşı tarafı adam yerine koymadığını belli eden tavırlar göstermek makbul zannedilen davranış biçimidir.
Toplum içinde konuşurken yalnızca belli kişileri muhatap alıp onlara bakarak konuşmak, belli kişileri âdeta o ortamda yok saymak, aşağılama tavırlarındandır.
İlgisizmiş gibi görünmek, bir aşağılama yöntemi olarak hayatın her safhasında uygulanıyor. Örneğin, selâm verilen kişi olmayı kendimiz farkında olmasak da çok önemseriz. Önce selâm verenin karşı taraf olmasına özen gösteririz. Selâmı duymazdan gelmek de karşı tarafı küçük düşürme metodudur.
Diğer insanlara karşı altta kalmak, küçük düşmek, ezilmek, kale alınmamak gibi endişeler bu kişilerin gündelik hayatında önemli bir sorun teşkil eder. Ve bu eziklik duyguları, günün birinde fırsatını bulursa acısını çıkarma, intikamını alma duygularını uyandırır.
Farkına varamadığımız en yanlış davranış biçimimiz, başkalarının ilgisini üstümüze çekmeye çalışmamızdır. Bunun için bazen olmayacak şeyler yapmaya kalkarız. Fakat bunu başkalarının yaptığını görünce bu olayı ayıplarız. Televizyonda, gazetede, sosyal medyada birilerinin ilgi çekmek için yaptıklarına güleriz, kızarız ama kendimiz ne hâldeyiz, neler yaparız pek düşünmeyiz.
Toplu ortamlarda insanların ilgisini çekebilmek, varlığını hissettirmek, kendini ispatlamak maksadıyla yapılan yapmacık tavırlar günümüz toplumunda alabildiğince yaygındır.
Fakat göz önünde olan ünlü kişilerin ilgi çekmek için yaptıkları kimi tavırlar daha çok gündem oluşturuyor. Bir şarkıcının, bir mankenin, televizyon programcısının ilgi çekmek için ne kılıktan kılığa girdiklerini, dikkat çekmek için ne garip tavırlar sergilediklerini her gün görüyor, okuyoruz.
Yıllar önce eski bir sinema yıldızı, yeniden gündeme gelebilmek için, on yıl birlikte yaşadığı oldukça kaba bir adamla, kameraların bulunduğu odada yaşıyor ve yaşadıklarını televizyon ekranlarından herkese gösteriyordu. Adam gerçekten çok kaba bir adamdı, kadını müthiş aşağılıyor, hakaret üstüne hakaret ediyor, “salak, aptal, gerizekâlı!” diye hitap ediyor, kimi zaman şiddet bile uyguluyordu. O bir dönemin alımlı, havalı sinema yıldızı da, adam aşağıladıkça, sövüp saydıkça, vurup kırdıkça, “aşkım, bitanem, canımın içi” diye adamın herkesçe nefret edilen kaba hareketlerini sineye çekiyordu.
Ve bu seyredenin öfkeden sinire döndüğü program rating rekorları kırıyordu. Bu program yetmiyormuş gibi bu program hakkında, ekstra programlar yapılıyor, sinema yıldızı ve birlikte yaşadığı adam bu programlarda da kavga gürültü yapıyor, adam yine hakaret üstüne hakaret ediyor, stüdyoda bulunan seyirciler de onlar hakkında kimi kadını, kimi adamı tutarak yorumlar yaparken kendi aralarında kavgaya tutuşuyorlardı.
Unutulmakta olan eski sinema sanatçısı ise aşağılanıp yerin dibine sokulsa da yeniden toplumun ilgisini çektiği ve gündeme geldiği için çok mutluydu.
Kimi şarkıcılar, yeni çıkardıkları albümün satması için, ilgi çeken hareketlere yöneliyorlar. Kimisi “sevgilisinden dayak yediğini” söylüyor, kimisi de başka bir sanatçıyla ağız dalaşına giriyor, bazıları da bir başka sanatçıyla kısa süreli aşk yaşarken, objektiflere yakalanıveriyordu. Tabiî, babasından bir zaman dayak yediğini itiraf edenler, yine bir zamanlar çok fakir olduğunu anlatanlar, hayatının önemli bir sırrını hayranlarıyla paylaşmaya karar verenler cabası.
Bu ilgi çekmek modası, her meslek erbabına girmiş durumda. Örneğin, sosyetenin gözüne girmek için olmadık yorumlar yapan, çoğu zamanda milleti kendine güldüren bir ilahiyatçı yazar, bembeyaz olan saçlarını siyaha boyatıyor, programlara katıldığı kimi “fırlama” program sunucularına insanı tiksindiren yağlar çekiyor, “siz gerici yobaz değilsiniz, siz aydınlık insansınız, sizden yaşlıyım ama sizlerin elini öperim” tarzında sözler sarf ediyordu.
Evet, göz önünde olan bu insanların ilgi çekmek için yaptıkları, bir anda seyredildiğinde insanı şaşırtıyor, “bu kadar da olmaz!” dedirtiyor ama bizler de bazen kendi özel hayatımızda onlar gibi olmasa bile ilgi çekmek için uğraşıyoruz.
Genelde psikoloji alanına giren kimi davranışların kökeninde de ilgi çekmek vardır. Birisinden ilgi görene kadar yakınlık göstermemek, daha sonra ilgilenmek, kendisine samimî davranan, yakınlık gösterenlere karşı ilgisiz davranmak, tepeden bakmak, kendisine yüz vermeyen, küçümseyen, ilgi göstermeyenlere yaranmaya, ilgisini çekmeye çalışmak.
Sevmediği fakat çıkarı bulunduğu birisine sempatik görünmeye çalışmak, onun dalkavukluğunu yapmak, her fırsatta gözüne girmeye, kendini beğendirmeye çaba göstermek, patronuna amir veya müdürüne karşı sahte bir sadakat ve saygı göstermek, şartlar değiştiğinde ise gözünü kırpmadan vefasızlık yapmak menfaat için ilgi çekmeye çalışmaktır.
Bunlar vefasızlığı, yalancılığı, ikiyüzlülüğü kişilik haline getirince, hem insanın kendisi, hem de toplum genel anlamda bir sosyal sıkıntı yaşıyor. Çünkü bu kaygan kişilik, iş, aile ve toplum ilişkilerinde bir yığın sorunlar ortaya çıkarıyor.
Toplumun bozulması, evliliğin artan sorunları, ailenin çatırdaması, ebeveyn ve çocuklar arasındaki saygı ve sevginin eksikliği, kız-erkek ilişkilerinin dejenere olması, bu davranış biçimlerinden kaynaklanıyor.
Bu davranış biçimlerinin temeli eğitim sürecinde atılıyor aslında. Lise döneminde, yani ergenlik çağında başkalarınca beğenilmek, diğer insanların dikkatini çekmek, önemli olabilmek için her şeyi göze almak, bir şeyi elde etmek için uğraşmak, hırslı olmak gibi duygular, sanki paket program gibi insanın psikolojisine yüklenirken, bunlardan uzak olmaya çalışan, terbiyeli, tevâzû sahibi, efendi olan kişiler o ortamda çağın dışındaymış gibi değerlendiriliyor.

Lise çağında popülerlik modası, marka giyme tutkunluğu, flört etmek gibi şeyler gençlerin hayat biçimi haline gelir. Bunlar, okumaktan, çalışkan ve başarılı olmaktan daha önemlidir hatta. Yine bu dönemde gençler statüsüne göre gruplaşmaya başlar. Toplumumuzda bugün yaygın olarak görülen menfaatlere göre sınıflandırma alışkanlığı bu dönemde belirir. Liselerde en çok göze çarpan manzara, ortak menfaat gruplarıdır.
Bunlar genelde aynı gelir seviyesine mensup aile çocuklarının veya aynı sosyo-kültürel çevrelerden gelen öğrencilerin veya çalışkan olanların ya da avami deyimle “fırlama” olanların bir araya gelmesiyle oluşan gruplardır. Sınıfın tamamıyla ancak diğer sınıflara veya hocalara karşı birleşmek gerektiği zaman bir araya gelinir.
Liselerde genelde popüler olan, takdir gören kişi, zenginliği, güzelliği ya da “fırlamalığı”yla popüler olur. Bu kişilerin yürüyüşleri, giyim tarzları, konuşma üslupları, el hareketleri bütün okulda moda olur ve taklit edilir.
Her dönemde liselilerin kendine has yürüyüş, gülüş, kıyafet stilleri vardır. Umursamaz bir hava, küstah ve etrafı önemsemeyen bir yüz ifadesi, tek omuzda çanta, sallanarak ağır ve umursamaz bir yürüyüş klasik stildir. Yüksek sesle kahkaha atma ve küfürlü konuşma da bir karakter göstergesi sanılır ve kabul görür. Özellikle kimi gençler bunu bir kişilik belirtisi kabul ettiği için, olayı fazlasıyla abartır. Okulda, evde ve toplum içinde, kimseleri umursamayan hareketlerle bu tavırlarını sergileyerek dikkatleri üzerine toplamak isterler. Özellikle sosyal medyada her paylaşımına yazdığı sözünün sonuna “amk, amq” ibareleri koymayı büyük bir marifet sayarlar. Sadece ergen erkekler değil, şimdi kızlar da bunu yapıyor.
Liselerde zengin görünmek de son derece önemlidir. Bunun için o kadar özel çaba harcanır ki.Genelde herkesin ünlü markalardan giyindiği bir gruba, vasat giyimli biri pek yanaşamaz. Ya da genelde yakışıklılıkları veya güzellikleriyle ünlü bir grubun içine çirkin biri katılamaz. Gruba katılabilmek için güzel ya da zengin olmak şarttır. Güzel ve zengin olanların genelde nazı çekilir, şımarık tavırlarına göz yumulur. Çünkü onlar grubun prestij ve övünç kaynaklarıdır. Okula servisle gitmek bile bir yaşa kadar zenginlik belirtisi olarak kabul edilir.

Zengin gözükebilmek için okul kıyafetlerine elden geldiğince eklemeler yapılır. Kızlar kaliteli, pahalı tokalar takarak zenginliklerini vurgulamaya çalışırlar. Kız-erkek hemen herkeste marka merakı vardır. Formanın üstüne giyilen marka kazaklar, çoraplar, kravatlara yapılan eklemeler zengin olduğunu ispat etme çabasından kaynaklanır. O yüzden durumu iyi olmayanlar bile, ailelerine baskı yaparak telefonu şu markadan, ayakkabıyı bu markadan, çorabı bile filan markadan isterler; istekleri olmazsa isyan bile ederler.
Bu nedenle o dönemde ailenin lisedeki çocuğunu en çok sevindirecek olay ona marka eşyalar satın alınmasıdır. Maddî durumu iyi olmayanlar da, zar zor para biriktirip satın aldıkları birkaç marka giysiyle kendilerini kabul ettirme yarışına girerler. Çünkü en önemli değer yargısı, para ve onun göstergeleridir. Etraftan takdir görmenin, popüler olmanın yolu paradan geçmektedir.
Lise ve daha sonra üniversite döneminde kazanılan bu alışkanlıklar, gençlerin daha sonraki hayatlarında etkili olur. Gerçi eğitim dönemindeki çoğu aşırı ve abartılı kimi alışkanlıkları bırakırlar, bazı özentilerden uzaklaşırlar. Fakat edindiği kimi karakteristik özellikler kalıcıdır. Hayata bakış açıları, başkalarının dikkatini çekmek için uğraşma, gösteriş yapma, doyumsuz bir psikolojiye sahip olma, yetinememe gibi alışkanlıklar karakterin parçası haline gelir.
Kız-erkek ilişkilerinde, iş hayatında, toplumla ilişkisinde bu özellikler sürdüğü için, çoğunlukla hayatından fazla memnun olmaz. Hep daha iyisi, daha güzeli, daha başarılı, daha kazançlı şeyler peşinde olduğu için kanaat sahibi olmaz, yetinmek bilmez. Üstelik kalıcı olan özelliklerin başında kibir, kendini beğenmişlik, acımasız rekabet duygusu gibi şeyler de olduğu için, hayatın her aşamasında sıkıntılar yaşar.
Kızlarda da, eğitim döneminde edinilen ‘paket program’ etkindir. Onlar da artık kendine göre bir mücadelenin içine girerler. En güzeli olmak, en havalısı olmak, dikkat çekmek, erkeklerin gözdesi olmak, bazen başkasının sevgilisini kapmak için uğraşmak, diğer kızlarla rekabet etmek gibi duyguların içinde bulurlar kendilerini.
Böyle bir psikolojiyle, zorunluluk hissiyle mutlaka karşı cinsten arkadaşlık yapma, sevgili edinme yaşandığı için, bu ilişkilerde genellikle sağlıklı sonuç alınmaz. Erkek, bir süre ilgilenir, gezer tozar, sonra başka bir güzelin peşine takılır gider. Nasılsa, o psikolojiye, “mutlaka bir erkek arkadaş edineyim” duygusuna sahip olan kızları tavlamak onlar için kolaydır; terk etmek daha da kolaydır.

Çıkma olayı, birbirini gerçekten sevmekten çok, arkadaşlık çevresine hava atabilmek açısından önemlidir. Bir erkek ne kadar fazla kişiyle birlikte görülmüşse o kadar havalı olur. Ayrıca, erkeğin güzel bir kızla çıkması da arkadaşlarının gıpta ve hayranlığını kazanmak amacı taşır. Kızlar da genellikle gösterişli bir arabaya sahip olan erkeklerle çıkmayı tercih ederler. Çünkü okul çıkışında arkadaşlarının arabayı görmeleri, kendileri için bir itibar kaynağı olacaktır.
Beraberlikler sevgi ve saygıya bağlı değildir. İlişki, sürekli boş vakit geçirme, gezme, yemek yeme, çevreye hava atma ve karşılıklı faydalanmaya dayalı olduğu için zamanla ilerleyen ilişkide artık kavgalar ve bıkkınlık belirtileri görülmeye başlar. Kızlar genelde her kavgada ağlar, erkekler de önemsemez ve duygusuz görünmeye çalışırlar. Birbirlerini sahiplenmeleri, birbirlerine sürekli baskı yapmaları ve aralarındaki güvensizlik ortamı bir süre sonra sıkıntıya dönüşmeye başlar.
Aralarında vefa ve sadakat gibi kavramlar bulunmaz. İki taraf da karşısındakinin kendisinden daha güzel ya da yakışıklı, daha zengin ve popüler birini bulduğunda, ilk fırsatta kendisini terk edeceğini bilir ve sürekli bunun tedirginliğini yaşar. Zaten her fırsatta bu konu dile getirilip bir tehdit unsuru olarak kullanılır. Karşılıklı saygı da bir süre sonra kaybolmaya başlar. Birbirlerini gözlerinde büyüttükleri, birbirlerinin sonuçta aciz birer insan olduklarını zamanla fark ettikleri için, karşı tarafın en ufak bir acizliğinde bile ondan soğur ve ona olan sevgilerini yitirirler. Karşı tarafın uykudan kalkmış yeni hali, terlemesi, yüzünde sivilce çıkması, hastalanması, ona karşı sevginin azalmasına sebep olur.
Tüm bunlara rağmen daha iyi birini bulamama korkusu bazen ilişkiyi devam ettirir. Aradaki kavga ve ayrılmalara rağmen yeni birini bulamayınca birbirlerine dönerler. İyi-kötü çıktığı birisinin bulunması, etrafta tek başına bilinmekten iyidir.
Ayrılma durumunda ilk kimin bırakacağı da çok önemlidir. Sırf ilk bırakanın kendisi olması için ayrılanlar çok olur. Arada kavga çıkarmak ve kapris yapmak ise “kolay biri olmama” açısından çok önemlidir. Ayrılmanın ardından eğer barışma söz konusu olursa alacağı hediye önemlidir. Çünkü alacağı hediyenin maddî değeri kendisini ne kadar sevdiğini gösterecektir. Flört dönemi, kızın da erkeğin de şahsiyetlerinin, ahlâk değerlerinin, kendilerine saygının sınavdan geçtiği bir dönemdir. Bu sınavı geçenler, ileride karakter yönü oturmuş, ilişkileri sağlıklı yöne girmiş olur. Ancak günümüzde büyük ölçüde gösteriş, maddiyat, cinsellik, karamsarlık ve samimiyetsizlik üzerine kurulu böyle bir dönemin, yetişmeye başlayan bir insanın üzerinde ileriki hayatını da etkileyen yıkıcı ve kalıcı etkileri olur.
Zaten insanlar, ilk ayrılıkları, terk edilmeyi, aldatılmayı, ihanet edilmeyi bu dönemlerde yaşamaya başlar. Bu psikolojiyi kişilik haline getirenler bunu ömür boyu her alanda sürdürür.
Bu yüzden güvenilir insan bulmak günümüzde zorlaşmıştır. Bu yüzden yanlış ilişkiler yaşanmakta, yanlış evlilikler yapılmakta, evlenemeyen kızlar ve evlenmeyen erkekler çoğalmaktadır.
Farkında mısınız bilmem ama evlenemeyen kızlar & evlenmeyen erkekler, günümüzün en büyük sorunudur.
Medyascope