Liverpool’un kurumsal oyunuyla başa çıkma

Galatasaray’ın Liverpool’u yenmesini saha içinde kalarak paydaşlarıyla birlikte bir değerlendirme yapmak-bazı konulara açıklık getirmek açısından önemli bir analiz olacaktır.
Her iki takımın sahaya çıkmalarıyla birlikte üzerlerinde oluşan baskıyı yönetmek ve performansını artırmak ve skoru alabilmek için oyunu sistem sadakati üzerinden bir disiplini yönetmek önemli bir ayrıcalık oluşturdu. Bu noktada diğer belirleyici olan, futbolcuların saha içinde sadakatle oyuna bağlı kaldığı sistemi yönetenin, yani antrenörün zihniyetiydi.
Galatasaray açısından kaybetme lüksü olmaması nedeniyle sorumluluğu alan teknik direktör Okan Buruk, doğal olarak maça başlarken daha koruyucu ve riskten kaçınan bir tutuma bürünmesi beklenmekteydi. Bu maç sadece üç puan değil, aynı zamanda mali açıdan bir katma değer yaratmanın yanında, takımın itibarını kurtarma mücadelesi haline gelmişti. İşte tüm olumsuzluklara rağmen, oyunun taktiksel esnekliğinin sınırlı kalmasıyla birlikte rekabete dayalı sürdürülebilir bir direnci mecbur kıldı.
Liverpool’un takım kalite hacmi ve kurumsal kulüp yapısının takım üzerindeki etkisi, bütüncül bir yönetim mekanizması için yapısal örnek olacak tüm argümanları içinde taşımaktadır.
Bu kurgu Liverpool için istikrarı ve sürdürebilir başarıyı yakalamasının gerekçesi olması yanında, şampiyonlukları yakalamasına da neden olmaktadır.
Liverpool oyuncuların-hatta tüm Premier Lig oyuncularının hata yapmamak gibi kaygıları olmadığı gibi, yeteneklerini yaratıcılık ve risk ile sorumluluk alma gibi futbolun en temel unsurlarını çok rahat kullanabilmektedirler. Bu Ligin futbolculara karşı kültürel kurgusunun sağlamakla mükellef bir durumdur.
Süper Lig üzerinden aynı temelde bir değerlendirme yaparsak: Oyuncular, topu kaybetmemek için oyunun rekabet kurgusundan uzak kalarak ve adeta canını kurtarmak gibi en çabuk şekilde pas vermeyi tercih etmeleri, gol pozisyonunda sorumluluk almayarak gol vuruşunu yapmak yerine pozisyonu devam ettirmeleri, Ligin futbolculara karşı yüklediği yaratıcılığı öldüren ve korku içerikli bir oyuna mahkûm eden bir ortamın oluşmasına neden olmaktadır. Sorumluluk almaktan kaçmaları, inisiyatif kullanmayan bir futbol anlayışının oyun şablonu olarak ortaya çıkmasını sağlamaktadır.
Premier Lig takımlarının en büyük ayrıcalıkları; iç sahada oynadıkları tüm maçlarda seyircilerinin oyunu yönlendiren bir takım partneri olarak ciddi bir güce sahip olmalarıdır. Bakın, tüm Ada takımları dış saha maçlarında iç saha maçlarına göre daha kötü performans göstermektedirler. Bu durum, maliyeti ne olursa olsun tüm Premier Lig takımlarını bağlamaktadır.
Premirer Lig maçlarında hiç umulmadık maçlarda geri dönüşlerin çok rahat olması, hiç beklenmedik sürelerde oyunun ve skorun değişmesinin tüm nedenleri taraftar etkisinin maça ve skora olan yaptırımıdır. Oyuna tempo kazandıran ana unsur taraftar etkisidir.
Süper Lig üzerinden aynı konuyu değerlendirmek sanırım hem çok zor, hem de kültürel farklılıklar içermektedir. Bu sosyokültürel ve sosyoekonomik bir tavırdır.
Türkiye’de seyirci skora bakar…Eğer istediği rakamı görüyorsa bir katkı yapmaya çalışır. Eğer rakam yoksa terse dönerek, tüm öfkesini takımdan ve oyunculardan-ki bu konuda belirlenen oyuncular vardır ve onlardan çıkartır.
Oyuna baktığımızda Liverpool kendi şablonuna sadık kalarak oynamaya çalıştı. İç saha motivasyonu olmadığı için, sistematik kurguya sadık kalarak yetenekler üzerinden sonuca gitmeye çalıştı.
Bu noktada oyunu ve skoru belirleyen Galatasaray’ın oyunuydu…
En önemli farklılık çıkan 11 üzerinden oldu. Alanya maçından farklı olarak Singo’nun direk sağbek oynamasıyla, üçlü stoper oyunundan vazgeçip 4-2-3-1 oyununa dönmesi orta alanda bir kişinin fazla olmasına neden oldu ki Liverpool için merkez oyunu durdurmak Galatasaray için birinci öncelikti zaten.
26 ülkenin canlı verdiği bir maçta, oyuncu motivasyonunun özellikle Galatasaray açısından ön plana çıkması, zaten profesyonel oyuncular için en önemli pazar olan Şampiyonlar Ligi için farklı bir performansını tetikleyecek güçteydi.
Fark; disiplinin 90 dakika ve uzatmalar boyunca bırakılmamasıydı.
Oyunun boyunu kısaltmak, kenar organizasyonları durdurmakla ve içeriye gelen topların birinci hamlelerini rakibe vermemek üzere hepsini almak, maç için kazanımı sağlayan etkenlerdi. Oyunun temposunun yükselmesine izin vermemek ile merkez oyundaki güçlerini durdurmak maçın taktiksel olarak ana menüsüydü. Özellikle merkezden ve arka direğe yapılan ikinci koşulara olanak verilmemesi Liverpool’un skoru almamasına neden oldu.
Maç bitti ve Galatasaray kazandı. Asıl soru bundan sonraki maçlarda aynı performans gösterilebilinecek mi? Çünkü, 5-1’lik Frankfurt mağlubiyeti ile 1-0’lık Liverpool galibiyeti arasındaki tutarsızlık istikrar açısından tartışma konusu.
Yoksa, Trabzonspor’un- Clemence, Keagan, Toschak, Harvey, Souness ve McDermott’lu Liverpool’u yanılmıyorsam kaptan Cemil’n penaltı atışıyla yendiği maçı gibi anılarda mı kalacak?
İstikrar ve sürdürebilir başarı kurumsal bir kimlikle sağlanır. Sahaya bunun yansıması ise disiplin altında oynanan sadakatte bağlı sistematik taktiksel oyundur. Liverpool Trabzonspor ile 1976 yılında oynadığı maçtan beri bu kimliği bulup, koruyarak istikrara yöneldi. Trabzonspor’un geldiği durumu ise ortada. Galatasaray’ın oynayacağı maçlardan sonra belki de en çok tartışacağımız konu bu nokta olacaktır. Liverpool 1976 yılında da üst düzey takımdı, 2025’te de…
BirGün