Zorba hukuku

Aslında, zorbalık ve hukuk sözcükleri aynı cümle içinde bir arada hiç mi hiç yakışmıyor. Zorbaların, dünya yüzünde hem yerel hem de evrensel düzeyde başvurdukları hiçbir yöntem, “hukuk” denen şeyle bağdaşmıyor. Zira hukuk, üzerinde yazılı ya da yazılı olmayan kurallar çerçevesinde ve ille de insani kriterleri gözeten, insan haklarını önceleyen bir davranış ve karar alma biçimini tanımlar.
Oysa ki, hem ülkemizde yaşadığımız durumu, mevcut rejimin uygulamalarını hem de uluslararası arenada olup bitenleri gözümüzün önüne getirdiğimizde, ancak “güçlülerin ve zorbaların sözde hukukundan” söz etmek hiç de yanlış olmak.
Her zaman vurguladığımız bir gerçeği var dünyanın. Demokrasi ve faşizm birbirlerinin antitezidir. Demokrasilerde, özellikle de istikrarlı ve insanı yani vatandaşı merkezine oturtmuş demokrasilerde halkın oyuyla işbaşına gelmiş yönetimler, kuralları zorbalıkla belirleyip zorbalıkla uygulamazlar. Zaten halka danışılarak, karşı görüştekilerle mutâbakat, münâzara ve müzâkere ile belirlenmiş kurallara (anayasa, kanun, yönetmelik, uygulama, teamül vs) uyulur. “Hukuk” dediğimiz şey de, bundan ibarettir zaten.
∗∗∗
Ancak, demokrasiyi reddeden faşizan anlayış, “Ben iktidardayım, ben güçlüyüm, o halde istediğimi yapmaya hakkım var” diyerek, kendisi uygulamak zorunda olduğu kuralları bile reddeder. Özellikle muhaliflerine, ama yeri geldiğinde kendisine oy vererek seçmiş insanlara bile zulmetme, hayatlarını zehir etme hakkını kendinde görür.
Türkiye’de mevcut siyasi iktidarın, daha ilk günden itibaren başvurduğu “yönetme biçiminden” söz ediyorum. Son dönemde başvurdukları her yöntem, aldıkları her karar ve hayatın her alanında yürürlüğe koydukları uygulamaların her biri bunun somut örnekleri değil mi?
Kazanılmış diplomayı yırtıp atan, insanların malına mülküne çöken, kendi kapitalist sistemlerinin en “kutsal” haklarından biri olan mülkiyet hakkına bile saygı göstermeden tapusunu iptal eden, bir avuç ayrıcalıklı yandaş hırsıza destek olacağım diye, insanları soyan, karşı çıkanları da elindeki “devlet sopası” ile insafsızca döven bir anlayış, tam da “faşizm” denen şeyin sözlüklerdeki ve ansiklopedilerdeki karşılığıdır.
Dün sabah televizyonlara yansıyan görüntüler, mevcut rejimin tipik uygulamalarının en taze ve en utanılası örnekleriydi.
Dört kelimelik adında kocaman harflerle “Millet” yazan bir parlamentoda yani Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, kendileriyle ilgili alınmaya çalışılan ve zorbalıkla apar topar geçirilmeye çalışılan bir yasaya itiraz edebilmek için bir grup vatandaş oraya gelmişti. Mâlûm, hektarlarca zeytinlik alanın imha edilip oralarda madencilik yapılmasına izin vermeyi amaçlayan vicdansız içerikli yasaya muhalefet eden parlamenterlere ve onların temsil ettiği vatandaşlara “maganda şiddeti” uygulayan muktedirler “tekme - tokat, yaka – paça” komisyon salonundan dışarı atıyordu insanları.
İktidar partili komisyon başkanının korumaları ile yüzsüzce onlara katılan muktedir parlamenterler, adeta “Burada olup biten sizi ilgilendirmez. Biz oturur karar alırız, siz de uyarsınız” diyorlardı. TBMM’nin isminden ilk “M” harfini adeta çıkarıp, ayaklarının altında ezercesine.
Yine dün sabahki haberlere bakarken, İstanbul’da Beylikdüzü Belediye Başkanı Murat Çalık’ın, ağır durumda lösemi ve lenfoma hastası olmasına rağmen haftalardır zindanda bulunduğunu, uzun itirazlar sonucu ancak dün hastaneye yatırıldığını duyduk. Yine benzer bir durumda olan Gezi Davası hükümlüsü bir şehir plancısı Dr. Tayfun Kahraman da 3 yıldır sürekli yapılan başvurulara rağmen tahliye edilmemiş ve MS hastalığı nedeniyle tedaviye erişimi kısıtlanmış durumda, yeniden ve mecburen hastaneye kaldırılmıştı.
Hapishanelerden gelen haberler, oradaki tutuklu ve hükümlülere davranış biçimleri, sevk zulümleri, “kuyu tipi hapishane ve hücre” eziyeti zirveye ulaşmış durumda.
Okullarda öğrencilere, işyerlerinde emekçilere, sokaklarda meydanlarda hak aramaya çalışan mağdur her kesimden vatandaşa, hakkı verilmeyen emeklilere uygulanan zulmün adı, tam da başlıkta kullandığım “Zorba Hukuku” değil mi?
Yine, haberlere baktığımızda hemen yanıbaşımızda semalarda uçuşan ölümcül füzelerin kökeninde de hep aynı “zorba hukuku”nun izlerini görmüyor muyuz?
Delinin teki (zırdeli mi demeliydim, yoksa?) bölgedeki kuklası ve ileri karakolu niteliğindeki bir ülkeyi, zaten 46 senedir ambargolarla boğazı sıkılmış, zar zor ayakta kalmaya çalışan bir ülkenin, bir halkın üzerine acımasızca saldırtıyor bir haftadır. Daha da ileri giderek “Liderinizi öldürüp, rejiminizi değiştireceğiz. Teslim olun” diye de utanmazca tehdit ediyor.
∗∗∗
Bunu nasıl yapabiliyor? Tabii ki, dünya halklarını iliğini kemiğini emerek sömürerek elde ettiği birikim üzerinden sahip olduğu muazzam emperyalist askeri gücüne dayanarak. Elindeki ölümcül konvansiyonel ve nükleer silahlarına güvenerek. Üstelik de, hedefindeki ülkenin “nükleer silah üretme kapasitesine erişme ihtimalini” bahane ederek. Hem de kendisi, dünya tarihinde ilk ve tek nükleer saldırganlığın yani toplu cinayetin altında imzası olmasına rağmen.
Ortadoğu’daki piyonu ülke de, kendini dünyaya “savunma” durumunda gösterirken, yanıbaşındaki Filistin halkının kanlarını ellerinden temizlememişken, hatta eş zamanlı olarak orada kan dökmeyi sürdürürken.
Zorbaların utanmazlığına ve pervasızlığına ve tabii “hukuksuzluğuna” bin tane daha örnek gösterilebilir ama bunlardan daha iyi örnekler olabilir mi?
BirGün