Tunay Şendal yazdı: Millî kavramının politik araçsallaştırılması

Siyasal rejimlerin otoriterleşme süreçleri, genellikle iktidarın meşruiyet arayışı ve toplumsal kontrol mekanizmalarını güçlendirme çabalarıyla şekillenmektedir. Türkiye’de 2000’li yılların ikinci yarısından itibaren gözlemlenen otoriterleşme eğilimi hem kurumsal düzenlemeler hem de ideolojik söylemler aracılığıyla kendini göstermektedir. Bu bağlamda, “millî” kavramı, iktidarın siyasal ve toplumsal alanı yeniden yapılandırma stratejisinin temel bir unsuru olarak öne çıkarken, millî savunma sanayi projeleri, yerli otomobil TOGG ve millî sosyal medya platformu NEXT gibi girişimler, yalnızca ekonomik veya teknolojik birer atılım olarak değil, aynı zamanda ideolojik bir hegemonya aracı olarak işlev görmektedir.
Otoriterleşme, demokratik kurumların zayıflaması, güçler ayrılığı ilkesinin aşınması ve muhalefetin siyasal alandaki hareket alanının daraltılmasıyla karakterize edilmektedir. Levitsky ve Way’in “rekabetçi otoriterlik” kavramı, bu tür rejimlerin demokratik mekanizmaların formel varlığını sürdürdüğü, ancak iktidarın bu mekanizmaları kendi lehine manipüle ettiği bir yapıyı tanımlamaktadır.
Türkiye’de bu süreç, iktidarın “millî” kavramını bir ideolojik araç olarak kullanarak toplumsal ve siyasal alanı yeniden şekillendirmesiyle daha da belirginleşmektedir.
Gramsci’nin hegemonya kavramından hareketle, “millî” söylemi, iktidarın toplumsal rıza üretimini kolaylaştıran bir ideolojik çerçeve olarak işlev görmektedir. Bu çerçeve, muhalefeti “millî” olanın dışında konumlandırarak, onu ya radikalleşmeye ya da uyum sağlamaya zorlamaktadır.

Türkiye’de “millî” kavramı, tarihsel olarak ulusal kimlik ve bağımsızlıkla ilişkilendirilmiş bir kavram olarak güçlü bir sembolik anlama sahiptir. Son yıllarda, bu kavramın iktidar tarafından yeniden tanımlandığı ve stratejik bir şekilde kullanıldığı görülmektedir. Örneğin, millî savunma sanayi atılımları, yalnızca teknolojik bir başarı olarak değil, aynı zamanda ulusal egemenlik ve bağımsızlık söyleminin “iktidarla süregelen” bir parçası olarak sunulmaktadır. Benzer şekilde, TOGG projesi, yerli üretim ve ekonomik bağımsızlık vurgusuyla, iktidarın “millî” kimlik üzerinden toplumsal mobilizasyon yaratma çabasını yansıtmaktadır. NEXT gibi dijital platformlar ise, küresel teknoloji şirketlerine karşı “millî” bir alternatif oluşturma iddiasıyla tanıtılmaktadır.
Bu girişimler, yalnızca ekonomik veya teknolojik hedeflere hizmet etmemekte, aynı zamanda siyasal alanda bir “biz ve onlar” ayrımı yaratarak muhalefeti “millî” kimliğin dışında konumlandırmaktadır.
Bu strateji, muhalefetin siyasal söylem üretme kapasitesini sınırlamakta ve onu iki zorlu seçenekle karşı karşıya bırakmaktadır: ya iktidarın “millî” söylemine uyum sağlayarak meşruiyet arayışına girmek ya da bu söylemi reddederek marjinalleşme riskini göze almak.
Örneğin, muhalefetin TOGG veya savunma sanayi projelerine yönelik eleştirileri, sıklıkla “millî” değerlere aykırı bir tutum olarak çerçevelenmekte ve bu durum muhalefetin toplumsal destek tabanını daraltmaktadır. Bu süreç, muhalefetin siyasal alanda etkili bir alternatif oluşturma kapasitesini zayıflatmaktadır.
Dolayısıyla, Terörsüz Türkiye süreci için oluşturulan komisyonun adının “Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi” olarak seçilmesi de tesadüfi bir durum olmasa gerek…
“Millî” kavramının stratejik kullanımı, toplumsal alanda bir tek tipleşme (standardization) sürecini de beraberinde getirmektedir. İktidar, bu kavram aracılığıyla, toplumsal farklılıkları ve çoğulculuğu bastırarak homojen bir siyasal ve toplumsal kimlik inşa etmeye çalışmaktadır.
Bu süreçte muhalefet, “millî” kimliğin dışında kalan bir aktör olarak konumlandırılmakta ve bu durum, muhalefetin toplumsal meşruiyetini sorgulanabilir hâle getirmektedir. Örneğin, muhalefetin savunma sanayi veya TOGG gibi projelere yönelik eleştirileri, iktidar tarafından “ulusal çıkarlara karşıtlık” olarak etiketlenmekte ve bu söylem, muhalefeti radikalleşme veya marjinalleşme riskiyle karşı karşıya bırakmaktadır.
Ayrıca, “millî” söylemi, toplumsal kutuplaşmayı derinleştirerek muhalefetin birleşik bir cephe oluşturmasını zorlaştırmaktadır. Muhalefet partileri, bu söyleme karşı ortak bir strateji geliştirmekte zorlanmakta ve çoğu zaman kendi içlerinde de “millî” kavramına nasıl yaklaşacakları konusunda bölünmeler yaşamaktadır. Bu durum, muhalefetin siyasal alanda etkili bir direnç oluşturmasını engellemekte ve otoriterleşme sürecini kolaylaştırmaktadır.
Özetle Türkiye’de otoriterleşme süreci, iktidarın “millî” kavramını stratejik bir şekilde kullanarak siyasal ve toplumsal alanı yeniden yapılandırma çabasını yansıtmaktadır. Bu süreçte, muhalefet, “millî” kimliğin dışında konumlandırılmakta ve bu durum, onun siyasal alanda etkili bir alternatif oluşturma kapasitesini zayıflatmaktadır. Toplumsal tek tipleşme, bu stratejinin bir sonucu olarak ortaya çıkmakta ve demokratik çoğulculuğu tehdit etmektedir. Dolayısıyla muhalefetin bu söyleme karşı etkili bir karşı strateji geliştirmesi, demokratik dayanıklılığın yeniden inşa edilmesi için kritik bir öneme sahiptir.
Son sözü Paulo Freire’nin atfıyla bitirmek gerekirse: “Birbirimizi ‘öteki’ olarak görmek yerine, diyalogla bir ‘biz’ yaratmalıyız.”
Medyascope