Özgür Orhangazi: Özelleştirme bitmemiş; sadece biçim değiştirmiş

Geçtiğimiz haftanın ekonomi alanında öne çıkan haberlerinden birisi de Boğaz köprüleri ile bağlantılı otoyolların satışa sunulması yönünde atılan adımlardı.
Bloomberg’de yer alan habere göre Özelleştirme İdaresi, bazı uluslararası yatırım bankalarından Boğaz köprülerinin ve dokuz otoyolun satılması için öneriler geliştirilmesini istedi. Bunu yurt dışı menşeli bir haber ajansından öğreniyor olmamızı şimdilik bir yana bırakırsak, bu haber aslında değişen gündem içerisinde asıl değişmeyenin ne olduğunu bize gösteriyor.
2000’ler, Türkiye’de özelleştirmelerin en yoğun ve pervasız biçimde hayata geçirildiği yıllardı. Bu dönemde TEKEL, TÜPRAŞ, Türk Telekom gibi stratejik kurumların yanı sıra çok sayıda fabrika ve maden satıldı; özelleştirme gelirleri rekor seviyelere ulaştı.
Dönemin ekonomiden sorumlu devlet bakanı Babacan dahi yıllar sonra “Bugünkü aklımız olsa tekel durumundaki kuruluşları özelleştirmezdik” diyerek bu sürecin sorunlu doğasını kabul etmek zorunda kaldı.
Bugünse kamu-özel iş birliği projeleri aracılığıyla köprülerden otoyollara, havalimanlarına, şehir hastanelerinden enerji yatırımlarına kadar pek çok alanda kamu kaynakları uzun vadeli garantiler ve yüksek ödemeler yoluyla özel şirketlere akıtılıyor.
Yani özelleştirme bitmemiş; sadece biçim değiştirmiş durumda.
Son yıllarda ise ormanlar orman statüsünden, zeytinlikler zeytinlik statüsünden hızla çıkarılıyor. Ülkenin hemen her yeri maden sahası olarak ilan edildi ve maden arama izinleri dağıtılmakta. Neredeyse tüm kıyılar ranta açılmış durumda. İşte Boğaz köprülerinin satışa konması da bu gelişmelerin üstüne gündeme geliyor.
Değişmeyenin, yerin altındaki ve üstündeki her türlü kaynağın, kamuya ait her türlü varlığın şirketlerin kullanımına açılması olduğunu görüyoruz. Türkiye’deki birikim süreçlerinin olmazsa olmazı, devletin yerli ve yabancı sermaye için sürekli yeni rant alanları açması, kamuya ait ne varsa olabildiğince özel şirketlere teslim etmesi olarak karşımıza çıkıyor. Bu süreçte dağ, taş, su ne varsa satılacak, özelleştirilecek, kamunun/halkın elinden alınacak varlıklar olarak görülüyor.
Diken