Dizi müjdesini Melis verdi

◊ Diziye seçilme maceranızla başlayalım. Nasıl bir süreçti?
- Menajerimle telefonda önümüzdeki projelere dair sohbet ederken, bir müzikalden bahsediyorduk. Birdenbire “Bırak şimdi bunları, gel Nicole Kidman’ın yapımcısı olduğu ve başrol oynadığı ‘Nine Perfect Strangers’ için audition verelim” dedi. Önce bozuldum. Sonra bir sessizlik oldu, orada jetonum düştü. “Senaryoyu biliyor muyuz?”, “Rol ne?”Soru yağmurlarım başladı. (Gülüyor)
◊ Sonra?
- Bana gönderdikleri üç ayrı audition sahnesine 1 hafta boyunca çalıştım. Audition’u çekip gönderdim. 1 hafta ses çıkmadı. İkinci hafta callback istediler. Duyduğumda kaldırıma çöktüğümü ve zor nefes aldığımı hatırlıyorum. İstedikleri şey; üç sahneyi ve ayrı bir audition sahnesini Zoom üzerinden canlı olarak sergilememdi. Zoom’da beni ilgiyle bekleyen insanlarla karşılaştım; yönetmenimiz Jonathan, Rachel ve iki cast direktörümüz. İçime sinen bir audition oldu. Birkaç gün sonra kabul edildiğim haberini verme görevini bana sürpriz olsun diye menajerim, eşim Melis’ten (Birkan) rica etmiş. Yere çöktüm, ağlayamadım, gülemedim, sadece sımsıkı sarıldık birbirimize.
BİZİM DİZİLERİN SÜRESİNİ SÖYLEYİNCE İNANAMADILAR
◊ Kariyerine Türkiye’de başlamış ve Hollywood’u da deneyimlemiş bir oyuncu olarak; iki dünyanın en büyük farkı ne sizce?
- En büyük fark çalışma takvimi ve işin genel bütçesi. Münih, Prag ve Hallstatt olmak üzere üç ayrı şehirde toplam 6 ay çalışarak 8 bölümü tamamladık. Onların bir projeye ayırabildikleri zaman ve bütçe, Türkiye’deki projelerden daha fazla. Ama çalışma dinamiklerimiz açısından bu konfor alanı dışında pek bir fark yok. Orada da hava koşulu nedeniyle programın değiştiğine şahit oldum. (Gülüyor) Bizdeki televizyon dizilerinin yayınının reklamlarla 3.5 saat sürdüğü ve reyting başarısı kazanmış bir işin minimum 39 bölümle sezon finali yaptığını söylediğimde bana inanamadılar.
SÖZÜMÜ YARIDA KESTİ VE BANA SIMSIKI SARILDI
◊ Nicole Kidman’la aynı havayı solumak, yanında olmak sizin için nasıl bir deneyimdi?
- 359 ödüle aday olmuş ve Oscar dahil 155 ödül kazanmış bir dünya starı. Ama bir o kadar mütevazı ve güler yüzlü bir kadın. İlk tanıştığımız andan itibaren bana hep gülümsedi. Gözlemlediğini hissettim ki bunu ben de yaparım. Bu ortak paydada buluşmak bile büyük bir mutluluk ve gururdu. Düşünsenize; işinize âşıksınız ve Nicole Kidman’la sahne çekiyorsunuz. Sahnenin inanılmaz bir alışverişi oluyor. Alışverişe, ten temasına, her şeye inanılmaz açık bir kadın. Duyguları çok açık, bedeni, zihni... Ve tecrübesini size aktarmaktan asla kaçmıyor veya gizlemiyor.
Karşılıklı çektiğimiz bir sahne sonrası, ekip alkış tuttu, benim de çok sevdiğim kelebekli sahneydi. Nicole ile göz göze geldik. Bana gülümsüyordu. “Aras, yaklaş” dedi. “Efendim?” dedim. “Kelebekleri sever misin?” dedi. “Evet, tabii ki” dedim, “Kelebekler engarenk hayvanlardır, ben renk de çok severim.” Tekrar gülümsedi ve “Bugün bu odada, bu sahnede hayal ettiğin her kelebeğe beni inandırdın” dedi. Kalbim yerinden çıkacak gibi oldu, çünkü böyle bir cümleyi duymak aklımın ucundan geçmezdi. Gözlerim doldu. Çünkü duygularını çok yüksek yaşayan bir insanım. “Nicole” dedim, “Ben bu an için, bu dizi için çok çalıştım ve bugün burada olmak...” derken sözümü yarıda kesti. Bana sımsıkı sarılıp “Çok iyi performanstı, tebrikleri kabul et” dedi. Sonra ekipteki insanlardan tebrik kabul etmeye başladım. Hayatımın şu ana kadar en mutlu, gururlu hissettiğim anlarından biriydi. Ona, bakış açısına, hayranım. Filmlerini bitirmeye kıyamadığım bir oyuncuyla bitmesini istemediğim sahneler çektim. Teşekkürler hayat, teşekkürler Nicole!
◊ “Nine Perfect Strangers”da diğer oyuncularla aranızdaki enerji nasıldı?
- Hepsi yardımsever ve destekleyicilerdi. Hiçbir gün telaffuzumdan, kökenimden dolayı yargılanmadım. Yemek aralarında sohbetlerde Türkiye’yi anlattım onlara. Ülkemi bu kadar iştahla dinlemeleri ayrı bir haz ve mutluluk yaşattı bana.
İlk set günümde çok gergindim. Sakal tıraşımı tamamladıktan sonra beni greenroom’a (bekleme odamız) getirdiklerinde, Annie (Murphy) bir şeyler okuyordu. Çekinerek yanına gittim, “Annie merhaba Aras ben” dedim. “Matteo’yu ben oynayacağım” demeye kalmadan zıplarak boynuma sarıldı: “Hey bud!” Çok panik oldum, birden “Beni yeni tıraş ettiler, yüzümü yıkayamadım, yüzüne sakallarım bulaşmasın” dedim. “Dur bir dakika yoksa benim de mi sakallarım çıktı şimdi?” diye espri yaptı. “Hâlâ kadınsın” filan diye saçmaladım. Zaten zor konuşuyordum ilk günün gerginliğinden. Kahkaha attı, “Takılıyorum. Seninle tanıştığıma çok mutluyum, hoş geldin” dedi. Böyle bir sürü anı işte...
ARAPÇA OYNADIĞIM BİR ROL DE VAR
◊ Oyunculuk kariyerinizde bundan sonra hangi kapıları aralamak ya da ne tür projelerde yer almak istiyorsunuz?
- 16 senedir oyunculuk yapıyorum. Geriye dönüp baktığımda başrol oynadığım diziler, devlet tiyatrosu, özel tiyatroda başrol, festival filmlerinin olduğu bir kariyer görüyorum ve bunların her biriyle ayrı ayrı gurur duyuyorum. Ama bu adım, başka bir adımdı. Her gün elimden geldiğince kendimi geliştirip, daha iyi işlere imza atmak istiyorum. Dile bir yatkınlığım var. Arapça oynadığım bir rol de var mesela, ki Arapça bilmiyorum, tamamen ezberlediğim bir dildi. Türkçe dışında dillerle de oyunculuk yapabildiğim yeni bir yol açıldı önümde. Sırtımı güvenle yaslayabildiğim bir ekibim, ailem ve gerçek arkadaşlarım var. Böyle her şey daha umutlu ve heyecanlı!
O İSİMLERLE ÇALIŞMAYI ÇOK İSTERDİM
◊ Sizi çok heyecanlandıran, setlerde yan yana olmak istediğiniz isimler ve birlikte çalışmayı hayal ettiğiniz yönetmenler kimler? Neden?
- Christine Baranski... Ki çalıştık işte. Onun zarafeti, zekâsı, birikimi... Her sahne arasında yeni bir kitap çıkarıp okumasına hayran hayran bakardım. Willem Dafoe... O kadar esnek bir oyuncu ki, hiçbir kalıba sokamıyorsunuz, her rolün altından kalkabiliyor. Ondan öğrenecek çok şeyim olurdu. Bryan Cranston... İnanılmaz beğendiğim ve bayağı hayranı olduğum bir adam. Yönetmenlerden de Ruben Östlund, Yorgos Lanthimos ve Paul Thomas Anderson gibi isimlerle çalışmak muhteşem olurdu. Ve tabii ki Nuri Bilge Ceylan...
SANATSAL VE KÜLTÜREL DEĞERİ OLAN FİLMLERİ SEVİYORUM
◊ Şu sıralar neler izliyorsunuz? Hangi türler sizi çekiyor?- ‘High cinema’ dediğimiz hırslı, sanatsal ve kültürel değeri olan filmleri seviyorum. Şu an Ari Aster’ın Cannes’da prömiyerini yaptığı “Eddington” ve Paul Thomas Anderson’ın “One Battle After Another” filmlerini heyecanla bekliyorum. Bağımsız filmleri izleyebildiğim platformlara üyeyim, oralardan filmler buluyorum kendime. Son izlediğim film, “İlgi Manyağı” (Sick of Myself), dizi ise “MobLand” ve “Last of Us”.
hurriyet